CELALİ İSYANLARI

16. yüzyılın son günleri ve 17. yüzyılın ilk seneleri arasında Kayseri’de meydana gelen en önemli  olay Karayazıcı isyanıdır.

Kanunî Sultan Süleyman’ın son  senelerinden itibaren devlet idaresinin, özellikle eyaletlerde ehil olmayan kişilere verilmesi, paranın ayarını bozulması, (bir dirhem gümüşten sekiz akçe kesilirken on iki akçe kesilmeye başlandı) devletin ekonomik durumunun bozulması ve buna bağlı olarak halk üzerine ağır vergi yükü gelmesi köylünün çiftini bozarak şehirliliğe yönelmesine sebep olmuştu.

İşletilmeyen topraktan dolayı çıkan buhrana ilâveten eyaletlerde bulunan kapıkulu ocağı mensupları olan yeniçerilerin ve süvarilerin şehir ve kasabalardaki şımarık hareketi buna karşılık devletin esas süvari kuvveti olan “tımarlı sipahilerin” ihmâl edilmesi, kaza kadı ve asillerinin çeşitli vesilelerle halkı soymak faaliyetleri huzursuzluğu son dereceye getirmişti.

Nihayet III. Mehmed döneminde devletin bütün bu huzursuzluğa, uzun süren İran ve Avusturya seferleri dolayısıyla yeterli ilgiyi gösterememesi üzerine isyan hareketleri patlak vermiştir.

Bu isyanların genişlemesine bir sebepte Haçova Meydan savaşından kaçan tımarlı sipahilerin Veziri âzam Çağala zâde Sinan Paşa tarafından dirliklerinin kesilmesi olmuştu. Bu şahıslar can korkusu ile Anadolu’ya kaçarak oradaki ayaklanan kuvvetlere katılmışlardır. Bu firarilerin nüfusu otuz bin civarında idi.

Osmanlı tarihlerinde “Celâli” adıyla zikredilen bu isyan hareketlerinden birisi de Karayazıcı şöhretiyle tanınan Abdülhalim isimli şahsın, geniş bir teşkilât kurarak hükümdarlığını ilân etmesidir.

Bu şahıs önceleri beylerbeyinin yanında Tarsus Livası’nda sekbanlık ve bölükbaşılık ederdi. Daha sonra Sivas Eyaleti’ne bağlı sancaklardan birisinde (muhtemelen Malatya’da) sancak beyi bulunmadığı sıralarda sancak beyine vekalet ederken (mütesellim) sancağa başka bir sancak beyi tayin edilince, Karayazıcı etrafına topladığı çiftbozan köylüler ve isyânkar leventlerle yeni sancak beyini ve onun yeni mütesellimini tanımamış ayrıca sancakbeyini öldürmüştü. 1007 (1598)

Bunun  üzerine devlet, Karayazıcı üzerine giriştiği her savaştan kaçarak devletin başına büyük felâketler açmış olan ve “Muhannes ibni muhannes” lâkabı ile anılan Sinan Paşa oğlu Mehmed Paşa’yı gönderdi. Mehmed Paşa da bu olayı bastırabilmek için kendisine Çorum sancakbeyliğini verdi. Fakat bu  uygun durumu kaçırmak istemeyen Karayazıcı, Mehmed Paşa’yı azlettirmeye muaffak olarak Urfa’yı zaptetti ve “Halim Şah Muzaffer Bâdâ” ünvanı ile hükümdarlığını ilân etti. Evvelce Karaman eyaleti muhafızı iken devlete isyan etmiş bulunan Hüseyin Paşa isminde bir kişiyi de kendisine vezir yaptı.

Osmanlı Devleti bu Anadolu isyanın önlemek üzere altıncı vezir Hacı İbrahim Paşa ile Bağdat Beylerbeyi Hasan Paşa’yı gönderdi. Bunlar Karayazıcı’nın yirmi bin kişilik ordusunun Amasya-Çorum, Tokat taraflarını yağmalayarak Kayseri’ye geldiği öğrenince, Kayseri ovasına gelen devlet güçleri ve asiler burada kıyasıya savaştılar (21 Muharrem 1009). Ancak İbrahim Paşa’nın ordusu bozulup onbeş kadar çorbacı ile bin kadar yeniçeri öldü. Bu arada Hacı İbrahim Paşa güçlükle kaçabildiği Kayseri kalesine sığındı ise de askerleri tamamen kılıçtan geçirilmiştir. Bu büyük zafer üzerine Karayazıcı saltanatını tam anlamı ile ilân edip, kendisine bu savaşta sadakat gösteren Kayserili Mehmed isminde birisi hakkında bütün vergilerinden muaf olduğuna dair H-1009 (M-1600) tarihli bir hükümnâme bile çıkardı.

Karayazıcı Hükm-i Şerifi

“Kayseriye sakinlerinden isbi hâmil-i hükm-i şerif Mehmed nam kimesne, Osmaniyen tarafından biinayetillâh-i teâla münhezim olan Serdar Bacı İbrahim Paşa muharebesinde bu canibe kemâli ihlâsla itaat etmekle cemiî tekâlif ve rüsamdan muaf eyledim ve eline büyük-i hümayun-u verdim. Ve buyurdum ki dest-i Osmaniyan bu taraflardan bikülliye munkatı (Tamamiyle kesilmiş) ve saltanat bilânizâ bana mukarrer ve mukaddar oldukta tarafından tâyin olunan ümera bu hükm mucibince mezbura (adı geçen) muâf-müsellem dutup rüsûm-u tekaliften bir nesne teklif itmiyeler. Her kim bu hükme itâat eylemezse cezası virilüp ve hükm-i şerifimi elinde ibkaa idüp mazmûn-ı Hümayûnu ile amel eyliyeler, söyle bileler Turiren fi evâsıtı Rebî-ül evvel sene tis’a ba’del elf”.

1009 senesi, 23 Eylül Cumartesi günü (M/1600)

Kayseri Kalesine sığınarak on beş gün kadar burada kalan Hacı İbrahim Paşa, ümitsiz bir şekilde bu meseleden bir kurtuluş ararken, Kayseri içinde gezmekte olan Karayazıcı’nın gece rüyasına giren, “Şeyh Necmeddin İmâd Hazretleri’nin” sıkıştırması ile şehri boşaltıp gittiği halk arasında rivayet edilir.

Nitekim eşkiya zümresi Elbistan yaylağı Sepetli mevkisinde Bağdat valisi Sokulluzâde Hasan Paşa’ya yenilmiş 20.000 kişi zaiyat vermiş ve kendisi de yaralı olarak Canik dağlarına çekilmiştir. Sokulluzâde Karayazıcı’yı takip ederek Tokat’a kadar gelmiş ve bu sırada Karayazıcı’nın ölüm haberi alınmıştır. (1602)

Karayazıcı’nın yerine geçen kardeşi Deli Hasan Ağa, kardeşinin yardımcılarından Kethüda Şahverdi, Yularkaptı, Tavil-Bölükbaşı gibi belli başlı şahıslarla Sokulluzâde Hasan Paşa’yı Tokat’ta muhasara etmişti. Bu sırada Sokulluzâde Hasan Paşa vurulurak öldürülünce Diyarbakır beylerbeyi Hadım Hüsrev Paşa’nın askerleri de dağılmış ve bu durumda Ankara’da bulunan Deli Hasan’ın cesareti artmış Anadolu Beylerbeyi’nin merkezi olan Kütahya’ya gelip şehri yaktıktan sonra Afyon Karahisarı taraflarına gitmişti.

Hükümet bu meseleyi askeri yoldan halledemeyince Deli Hasan’a Bosna beylerbeyliğini ve maiyetindeki elebaşlara sancak beyliği ve kapıkulu süvariliği verilerek susturmuş ve orduyu Avusturya seferine gönderebilmiştir.